Beşiktaş, ikincilik mücadelesinde Galatasaray’ın Kasımpaşa’dan yediği dört golle üç puan bıraktığı bir haftada, Fenerbahçe ile berabere kalarak puan farkını açma fırsatını bir kez daha elinden kaçırdı. Rakip Fenerbahçe olunca puan kaybını sorgulamak pek anlamlı gelmiyor insana; zira bu, asırlık bir rekabetin maçıdır. Yine de, böylesi bir haftada alınamayan galibiyet, insanın içine dokunuyor. Kara Kartal, kaybedilen fırsatlara rağmen iki puan farkla ikinciliği almayı başardı.
Maç beklentilerimin
çok altında, sönük bir tempoyla başladı. O bildik, kıvılcım saçan derbi
atmosferinden eser yoktu. Oyun sık sık faullerle kesiliyor, futbolculardan çok
hakemin düdüğü konuşuyordu. Henüz yirmi dakika olmadan, tempo dibe vurmuştu.
Elim telefona gitti; sosyal medyaya daldım çünkü sahadaki oyunun heyecanı beni
çoktan terk etmişti. Derken, hakeme yönelik abartılı itirazlar iyice canımı
sıktı. İçimden, “Bir haftadır beklediğim derbi bu muymuş?” diye geçirdim.
Fenerbahçe’nin atakları diri ve kararlıydı. Sow’un 24. dakikada attığı gol, zarif olduğu kadar kaçınılmazdı. Golcü dediğin böyle olur; fırsatı görünce affetmez. O an, içime bir sıkıntı çöktü: “Bari mağlubiyet olmasın, berabere kalsak yeter,” dedim kendi kendime. Bazen Kara Kartal, geriye düşse de o maçı alabileceğine dair insana umut verir. Bu gece öyle bir gece değildi. Takımda o inancı göremedim.
Dany, geçen haftaki Galatasaray maçında yaptığı hatayı unutmuş gibiydi; bu sevindiriciydi. Atiba, her zamanki gibi fırtına gibi bir oyun beklediğim ama bu kez sönük kalan isimdi. Franco'yu pek takip edemedim ama çok da gol yemediğimize göre görevini yaptı diyebiliriz. Motta ise gecenin kahramanıydı; sahada her metreye emek verdi ve 44. dakikada attığı golle takımı ipten aldı. Ne yazık ki ikinci yarıda gördüğü kırmızı kart, onun gecesini gölgeledi.
Gökhan bir kez daha
sağ kanadı zorladı, bildik ataklarını yaptı ama bu kez şansı yaver gitmedi;
rakibin adı Fenerbahçe olunca işler kolay olmuyor. Veli çalışkandı ama oyunun
kaderini değiştirecek dokunuşlardan uzaktı. Jones her zamanki gibi sağlam,
disiplinli; Olcay ise yine takımın dinamosuydu. Almeida’dan gol bekliyorduk;
olmadı. O zaman o klasik hayıflanmayı dillendirmeden edemiyoruz: “Seni onuncu
sıradaki takıma gol atasın diye mi aldık?”
Son beş dakikada iki takım da gol ister gibi göründü ama sanki beraberlik çoktan uzlaşılmış bir sonuçtu. Oyun bittiğinde, iki takım da rahatlamış gibiydi; seyirci ise derbi ruhunu sahada bulamamanın burukluğunu yaşadı. Çünkü derbi dediğin, hesapsız, kitapsız, kazanmak için oynanır. Aksi halde, bu maçların adı derbi olmaz.
İki kırmızı kart
gördük o gece. İsmail’in yaptığı akıl alır gibi değildi; oyuna sonradan girip
kısa sürede iki sarı kart ve ardından kırmızı kart görmek... Hakem kararları
bence makuldü. Fenerbahçeli oyuncuların son dakikalarda hakemin verdiği serbest
vuruş kararını adil bulmayıp topu dışarı atması ise gecenin centilmenlik notu
oldu.
Sonuç mu? Heyecansız,
planlanmış gibi duran bir beraberlik. Belki “Neden Fenerbahçe’yi yenemedin?”
demek anlamlı olmaz. Ama “Neden kazanmak için oynamadın?” diye sormak her
Beşiktaşlının hakkıdır, öyle değil mi?
Stadyum: Atatürk Olimpiyat Stadyumu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder